…………………………….
Mustafa Kemal’in
“Anayasada Din” Konusu Üzerine Görüşleri
NUTUK isimli eserin 1927 tarihli ilk (Osmanlıca) baskısından aynen alınmıştır.
…………………………………
Efendiler!
İlk Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu ihzar edenlere bizzat riyaset ediyordum. Yapmakta olduğumuz kanunla “Ahkâm-ı Şer’iyye” tabirinin bir münasebeti olmadığını anlatmağa çok çalışıldı.
Fakat bu tabirden kendi za’mlarından bambaşka mana tasavvur edenleri ikna mümkün olmadı.
İkinci Nokta:
Efendiler!
Yeni Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ikinci maddesinin başında “Türkiye Devleti’nin dini Din-i İslam’dır” cümlesidir.
Bu cümle daha Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na geçmeden çok evvel İzmit’te İstanbul ve İzmit erbab-ı matbuatıyla uzun bir mülakat ve hasbıhalimiz esnasında muhataplarımdan bir zatın şu sualine maruz kaldım:
“Yeni hükümetin dini olacak mı?”
İtiraf edeyim ki bu suale muhatap olmağı hiç de arzu etmiyordum.
Sebebi pek kısa olması lazım gelen cevabın o günkü şeraite göre ağzımdan çıkmasını henüz istemiyordum.
Çünkü teb’ası meyanında edyan-ı muhtelifeye mensup anasır bulunan ve her din mensubu hakkında adilane ve bîtarafane muamelede bulunmağa ve mahkemelerinde teb’ası ve ecanib hakkında seyyanen tatbik-i adaletle mükellef olan bir hükümet hürriyet-i efkâr ve vicdana riayete mecburdur.
Hükümetin bu tabii sıfatının şüpheli mana atfına sebep olacak sıfatlarla takyid edilmesi elbette doğru değildir.
“Türkiye Cumhuriyetinin resmi dili Türkçedir” dediğimiz zaman bunu herkes anlar.
Hükümetle muamelat-ı resmiyede Türk dilinin cari olması lüzumunu herkes tabii bulur.
Fakat “Türkiye Devleti’nin dini Din-i İslamdır” cümlesi aynı suretle mi tefehhüm ve kabul edilecektir?
Bittabi izah ve tefsire muhtaçtır.
Efendiler!
Gazeteci muhatabımın sualine “Hükümetin dini olmaz” diyemedim.
Aksini söyledim: “-Vardır efendim! İslam Dini’dir” dedim.
Fakat derakab “İslam Dini hürriyet-i efkâra maliktir” cümlesiyle cevabımı tavzih ve tefsir lüzumunu hissettim.
Demek istedim ki: Hükümet efkâr ve vicdana riayetle mukayyed ve mükellef olur.
Muhatabım verdiğim cevabı şüphesiz makul bulmadı ve sualini şu tarzda tekrar eyledi:
“- Yani hükümet bir din ile tedeyyün edecek mi?
“- Edecek mi etmeyecek mi bilmem” dedim.
Meseleyi kapatmak istedim. Fakat mümkün olmadı.
O halde denildi: “Herhangi bir mesele hakkında itikadatım ve düşüncelerim dairesinde bir fikir ortaya atmaktan hükümet beni men veya tecziye edecektir. Hâlbuki herkes kendi vicdanını susturmağa imkân görecek mi?”
O zaman iki şey düşündüm.
Biri; yeni Türkiye Devleti’nde her reşid dinini intihabda serbest olmayacak mıdır?
Diğeri: Hoca Şükrü Efendi’nin “Bazı ulema-i kiram arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi Kütüb-ü Şer’iyye’de mevcud, muayyen ve müstekar Ahkâm-ı İslamiyeyi neşr ederek” tağlit eylediği maalesef görülen efkâr-ı İslamiye’yi tenvir etmeği mütahham bir vecibe telakki ettik. Mukaddimesini müteakip zikr olunan “Hilafet-i İslamiyye emr-i dini hıfz ve harasette nübüvvete halef olmaktır. İkame-i şeriat hususunda Resul-i Ekrem Efendimiz tarafından niyabettir”
Hâlbuki Hoca’nın sözlerini tatbike kalkışmak Hükümet-i Milliye’yi hürriyet-i vicdaniyeyi kaldırmağa çalışmaktı.
Bundan başka Hoca’nın hazine-i malumatı Yezidler zamanında yazdırılmış ve istibdad-ı idareye mahsus formülleri muhtevi değil miydi?
O halde mefhum ve medlulü artık herkesçe tamamen tavazzuh etmiş olan devlet ve hükumet tabirlerini ve millet meclisleri vezaifini din, şeriat kisvelerine bürünerek kim ve ne için iğfal olunacaktır?
Hakikat bundan ibaret olmakla beraber o gün İzmit’te matbuat erkânıyla bu zemin üzerinde daha fazla müdavele-i efkâr etmek iltizam olunmadı.
Cumhuriyetin ilanından sonra da yeni Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yapılırken “Laik Hükümet” tabirinden dinsizlik manasını çıkarmağa mütemayil ve vesilecû olanlara fırsat vermemek maksadıyla kanunun ikinci maddesini bî mana kılan bir tabirin idhaline müsamaha olunmuştur.
Kanunun gerek 2. ve gerek 26. maddelerinde zaid görünen Türkiye Devleti’nin ve idare-i cumhuriyemizin asri karakteriyle kabil-i telif olmayan tabirat inkılâp ve cumhuriyetin o zaman için beis görmediği tavizlerdir.
Millet Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’muzdan bu zevaidi ilk münasip zamanda kaldırmalıdır.
………………………………..
NUTUK,
Gazi Mustafa Kemal
tarafından
14091
Birinci Elli Bin
Türkiye’de tab’ ve neşri hakkı Türk Tayyare Cemiyeti’ne tevdi buyrulmuştur
ANKARA
1927
Sayfa: 435 – 436
………………………………….
Mustafa Kemal’in yukarıda aynen naklettiğimiz konuşmasından “Anayasa’da Din” konusundaki görüşlerini şöyle özetlemek mümkündür:
1. Devletin resmi dili olmalı ama resmi dini olmamalıdır.
2. Rüşd çağına gelen herkes dinini kendi seçmelidir.
3. Din ve şeriat denilen şey Yezidler tarafından formüle edilmiştir.
4. “Türkiye Devleti’nin dini Din-i İslam’dır” maddesi o günkü şartlarda “dinsizlik” damgası yememek için bir taviz olarak konulmuştur.
5. Bu madde uygun ve en kısa zamanda çıkarılmalıdır.
(Nitekim 1924 Anayasası’nda yer alan “Türkiye Devleti’nin dini Din-i İslam’dır” maddesi NUTUK isimli ünlü konuşmanın yapıldığı tarihten bir yıl sonra ilan edilen 1928 Anayasası’nda kaldırılmıştır.)
Yusuf Ulucan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder